Loading...

İnsanlar Hakkında Ansiklopedik Bilgi


insan, dünyadaki en baskın canlı türüdür. Kendilerini biyolojik,  sosyal ve  ruhsal yönleri ile tanımlarlar. İnsanın bilimsel ismi  Homo sapienstir,  Latince "akıllı adam" anlamına gelir. Homo sapiensin ilk kez nasıl ortaya çıktığı bugün için hâlâ kesinlik kazanmamıştır. Bugün yaşayan insanlar üzerinde yapılan bazı genetik araştırmalar bu türün yaklaşık 130,000 yıl önce Afrika kıtasında ortaya çıktığını ve oradan dünyaya yayıldığını göstermiştir. Bu türün   ile aynı zamanda yaşadığı ve bu iki türün birbirleriyle karşılaştığına dair arkeolojik kanıtlar da mevcuttur. Kimi görüşler de, bu iki türün birbirinin farklı olduğunu fark etmeden birlikte üremiş olabileceğini, dolayısıyla da günümüz insanının kökeninde Neandertallerin de olduğunu iddia etmektedir.

İnsan, alet kullanabilmesini sağlayan, kolların serbest olduğu dik bir vücuda sahiptir. Beynikonuşma ve   yeteneklerine sahiptir. Alet kullanabilmesi ve zihninin özellikleriyle insan diğer canlılardan ayrılır. İnsan doğaya uyum sağlamak zorunda olmayan tek canlıdır. Doğayı anlayabilir, denetimi altına alabilir ve kendi amaçları doğrultusunda doğanın güçlerini kullanabilir.

İnsan; maymun şempanze goril ve  orangutan ile birlikte,   üstfamilyasında bulunan çift ayaklı primattır.  Evrim teorisine göre bu canlılar ile ortak bir atadan evrilmiştir.

İnsanlar, gelişmiş sosyal yapılar kurmuşlardır. Bu yapılar duruma göre aynı amaca yönelik birlik veya rakip olabilirler.  Aile en temel sosyal yapı sayılabilir.  Güvenlik ve  adalet için devletler kurmuşlardır. Aynı dili konuşanlar  milletleri oluşturmuşlardır.

İnsanlar, dünyayı anlamak ve denetlemek için  bilim ve  teknolojiyi geliştirdiler.  İnançlar, efsaneler,  gelenekler,  değerler ve  toplumsal kurallar insanın hayatında önemli bir etken olan kültürü oluştururlar.

İnsan zihninin temel özelliği  bilinçtir. Bilinç ile birlikte,   ve özgür irade insanda bulunan özel niteliklerdir. Psikoloji bilimsel bakış açısı ile insan zihnini incelerken, dinler değer yargıları ile insanı inceler. Yapılan davranışın   veya olması ile ilgilenir.

Biyoloji

İnsan li ve ökaryot bir canlıdır. Ama hücrelerindeki ler, li bir canlının hücresindeki proseslerle nerdeyse aynıdır. Hücreler arası organizasyon ile hücreler dokuları, dokular organları ve organlar sistemleri oluşturmuşlardır. İnsan vücudundaki temel sistemler:

 

 

  • Bağışıklık Sistemi

     

     

  • Boşaltım Sistemi

     

     

  • Dolaşım Sistemi

     

     

  •  

     

  •  

     

  • Sindirim Sistemi

     

     

  • Üreme Sistemi

    Anatomi ve Fizyoloji

    İnsanların vücud yapıları çok çeşitlidir. Bu çeşitliliğin sebebleri genetik ve çevresel etkenlerdir. Vücudun büyüklüğü büyük ölçüde genlerle belirlense de, beslenme ve hareketlilik de büyük etkendir. Genellikle erkek vücudu, kadın vücudundan daha iridir.

    İnsanın saç ve deri rengi, melanin pigmentinin varlığı ile belirlenir. İnsan derisinin rengi koyu kahverengiden açık pembeye kadar değişir. Saç rengi ise sarı, kahverengi veya siyah olabilir. Derinin güneş ışığı altında bronzlaşması, evrim sonucu vücudun kendini larına karşı koruma tepkisidir. Bu nedenle dünyada yoğun ışık alan bölgelerde koyu renk derili insanlar, az ışık alan bölgelerde açık deri renkli insanlar uyum sağlamış ve buralara yerleşmişlerdir.

    İnsanlar da, fotosentez yapamayan diğer canlılar gibi enerjisini dışarıdan besin olarak almak zorundadır. Vücutta özellikle yapı maddesi olarak protein, özellikle enerji için karbonhidrat ve yağ, düzenleyici olarak da vitamin düzenli olarak alınmalıdır. Boşaltım, dolaşım ve sindirim gibi sistemlerin işlevi içinde su gereklidir. Bunlar yeterli alınmadığı zaman insan ölebilir. Dünyada bazı bölgeler açlık sorunu yaşarken, bazı bölgeler obezite sorunu ile uğraşmaktadır.

    Uyku da insan için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bir insanın ihtiyacı olan uyku zamanı, yaklaşık olarak günde 7-9 saattir. Bu süreçocuklarda ve yaşlılarda değişebilir.

    Genetik, Evrim ve Akıllı Tasarım

    İnsan, ökaryotik bir canlı türüdür. Her hücre, iki parça halinde 23 kromozom bulundurur. Bunların 22 çifti otozom, 1 çiftilarıdır. Diğer memeliler gibi insanlar da  vardır. Kadınlarda XX, erkeklerde XY cinsiyet kromozom çiftleri bulunur.

    İnsanın evrimi oldukça tartışmalı bir konudur. Sadece bilimsel alanda tartışılmakla kalmayıp, siyasal ve  olarak da tartışılmaktadır. Evrim teorisine göre insan 60 milyon yıl önce ortaya çıkan primattan evrilmiştir. Dünyada sadece tek türü kalan Homo cinsinin diğer türleri günümüzde tükenmiştir ve sadece Homo sapiens kalabilmiştir. Diğer bir Homo türüNeandertallerin pek çok fosili bulunmuştur.

     ise insanın bir zeka ürünü olduğunu söyler. Dinlerin  ile ilgili söylevlerine de uyumlu olduğu için özellikle  kesimlerde büyük kabul görmüştür.

    Hayat Döngüsü

    Diğer memeliler gibi insan da, dişi anın, erkek spermler tarafından döllenmesi sonucu oluşan kök hücre ile oluşur. Kök hücre bölünerek çoğalmaya başlar ve embriyoyu oluşturur. Embriyo oluşumundan sonra, hücreler özelleşmeye başlar ve sistemleri oluşturur. 9 ay 10 gün sonra anne karnında gelişen cenin, bu sürenin sonunda hayata başlar. İnsan doğumu, diğer canlılara göre oldukça zordur, bebeğin veya annenin ölümü ile sonuçlanabilir. Günümüzde teknolojik gelişmeler ve yeni p yöntemleri ile ölüm oranı oldukça azalmıştır. Ama pek çok gelişmekte olan ülkede  hala çok yüksektir.

    İnsan ömrünü, birkaç döneme ayırabiliriz. Bu dönemler bebeklik, çocukluk, ergenlikyetişkinlik ve yaşlılıktır. İnsan ömrü, genlerle belirlendiği gibi çevresel koşullarda büyük etkendir. Dünyada de ortalama  90 yıl civarında iken, bazı de 50''ye kadar düşmüş durumdadır.

    Zeka

    İnsanlar, diğer hayvanlara göre daha zeki kabul edilir. Bazı hayvan türleri basit aletleri kullanabilse ve yapılar inşa edebilse de, insan teknolojisi çok karmaşıktır ve sürekli gelişmektedir. İlk insanların oluşturduğu yapılar bile bugünkü hayvanlarınkinden oldukça gelişmiştir.

    Akıl

    İnsan aklının temeli bilinçtir. Bu bilinç insanın kendisi ve çevresi ile ilişkisini düzenlemesini sağlar.

    İnsanı diğer canlılardan ayıran temel özellik olarak bilinci kabul edebiliriz. İnsan ayrıca özgür iradeye ve zaman bilincine de sahiptir.

    Fizîkî yönden insanın birçok özellikleri vardır. Ağzının üstünde ileriye doğru çıkık burna, öne doğru çıkıntılı alt çeneye, kollarının ucuna bitişik ellere, bacaklar ucuna dik açı yaparak bitişik ayaklara, ayakta durabilen, dik oturabilen, birbirini tamamlayan baş ve gövdeye, gövde üst kısmına bitişik kollara, gövde alt kısmında karın ve buna bitişik bacaklardan ibâret yürüme özelliğine sâhip bir varlıktır. Boyu ortalama 1.40-1.70 cm arasındadır. Temel olarak beslenme, çevreyle münâsebet, çoğalma ve terakkî (ilerleme) fonksiyonlarına sâhiptir.

    Anatomik olarak insan; baş, gövde, kollar ve bacaklardan meydana gelmiştir. Baş, içinde beyni koruyan ve duyu organlarını bulunduran bir vücut kısmı olmasıyla en önemli bölümdür. Kollar ve bacaklarda vücudun kas gücünün önemli bir bölümü toplanmıştır. Gövde iki bölüm olup, göğüs ve karın diye adlandırılır. Göğüste, akciğerler, kalp, büyük damarlar bulunur. Karın bölümünde, karaciğer, mide, böbrekler, dalak, barsaklar, pankreas gibi önemli organlar toplanmıştır. Her biri bir fabrika gibi muntazam çalışan, yapım-yıkım olaylarında rol oynayan bu organlar sürekli ve uyum içinde faaliyet gösterirler.

    Yetişkin bir insanın vücut ağırlığının yaklaşık % 60’ı sudur. 70 kg ağırlığındaki bir insanda toplam vücut suyu 40 litre kadardır. Bu suyun, 25 litresi hücre içi, 15 litre kadarı da hücre dışı sıvısıdır. Vücut sıvılarında muayyen oranlarda sodyum (Na+), potasyum (K+), kalsiyum (Ca++), klor (Cl+), hidrojenklorat (HCO-3), mağnezyum (Mg++) gibi elektrolitler ve proteinler bulunur. Bunların hücre içi ve dışındaki oranları değişik ve dengededir. İnsan kanının pH’sı (asid-baz derecesi) 7.35-7.45 sınırları içinde sâbit tutulur. Bu sınırlar dışına 0.1 derecelik bir oynama vücut işleyişinde önemli bozukluklar meydana getirir. İnsan vücudunda her dakika yüzbinlerce kimyâsal reaksiyon vukû bulur. Her an birçok yeni molekül yapılırken, birçoğu da yıkıma uğrar. Alınan besinler sindirilir, emilir ve vücut fonksiyonlarında kullanılır. En büyük organımız olan karaciğer, muazzam bir fabrika gibi çalışır. Bu organ, bir taraftan vücudun yapı taşları olan protein yaparken, diğer taraftan şeker depolamakta, safra tuzlarını yapmakta, çeşitli yıkım ürünlerini ve zehirli maddeleri proteinlere bağlayarak zehirsizleştirmektedir. Vücûdumuzun ısısı 36.5-37 derece arasında sâbit tutulur. Bunu beynin hipotalamus kısmındaki “termoregülasyon merkezleri” sağlar. Hastalıklarda savunma mekanizmasına bağlı olarak vücut ısısı artar. İnsan kulağı, 16-20.000 frekanslar arasındaki sesleri işitme özelliğine sâhiptir.

    Biyolojik yönden de insan, canlıların en yüksek yaratılışta olanıdır. İnsan vücudunda hârikulâde bir düzenle çalışan sistemler vardır. Bunlardan dolaşım sistemi, kanı vücudun her yerinde dolaştırarak hücrelere besin ve oksijen götürür ve hücrelerde bu besinlerin yanması sonucu teşekkül eden karbondioksit zehirli gazını alarak geri döner. Solunum sistemi, kirli kanı temizleyerek karbondioksiti dışarı atar ve kana yeni oksijen verir. Sindirim (hazım) sistemi ise, sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan yiyecek ve içecekler, mide ve barsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonra, vücuda yararlı kısmı, ince barsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam işlem, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücud bir fabrika gibi işlemektedir.

    İskelet sistemi, vücûdun çatısını kurar, 214 civarında kemik ile insan vücûdunun yükünü taşır ve her türlü hareketi yapmasını temin eder. Sinir sistemi, bir ağ gibi kapladığı vücûdun organlarına beyinden verilen emirleri ulaştırarak onların istenen hareketleri yapmasını sağlar. Vücutta meydana gelen ârızaları beyne iletir. Kas sistemi eller ve ayaklar başta olmak üzere insanın çeşitli organlarına hareket yapabilme kâbiliyeti kazandırır.

    İnsanın vücûdunda çeşitli ve çok karışık formüllü maddeler îmâl eden, türlü türlü kimyâsal reaksiyonlar meydana getiren, analiz yapan, tedâvi eden, tasfiye eden, zehirleri yok eden, yaraları onaran, türlü maddeleri süzen, enerji veren tertibat olduğu gibi, mükemmel bir elektrik ağı, manivela tertibâtı, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, optik, ses alma, basınç yapma ve ayarlama tertibatı, mikroplarla mücâdele ve onları yok etme sistemi mevcuttur. Kalp ise hiç durmadan işleyen muazzam bir pompadır. Eskiden Avrupalılar; “Bir insanın vücudunda bol su, biraz kalsiyum, biraz fosfor ve biraz da inorganik ve organik maddeler vardır. Onun için bir insan vücudunun kıymeti beş-on liradan ibârettir.” derlerdi. Bugün, Amerika üniversitelerinde yapılan hesaplar, insanın vücûdunda meydana gelen türlü kıymetli hormon ve enzimlerle birçok organik preparatların en azından milyonlarca dolar kıymetinde olduğunu meydana koymuştur. Hele, bir Amerikan profesörünün dediği gibi: “Otomatik olarak, böyle kıymetli maddeleri muntazaman meydana getiren bir tertibat yapmaya kalkacak olursak, dünyâda bulunan bütün paralar, bunu yapmaya kâfi gelmez.” İnsan vücudunda bunun dışında daha pekçok organ, sistem, sıvı vardır ve bunların hepsinin muazzam bir koordine içinde çalıştıkları görülür.

    İki hücrenin bir araya gelmesiyle nüvesi, çekirdeği yaratılmış olan insan; nihaî kemâle erdikten sonra da yine hücrelerden, onlar da moleküllerden, moleküller de atomlardan meydana gelir. Atomlar ise, ortasında bir çekirdek, içinde proton ve nötron, etrafındaki ilk yörüngede en az iki elektron, diğer yörüngelerde ise (2n), yâni ikinin ikiden itibaren üsleri 22, 23, 2n... vs. kadar elektron ihtivâ eden, küçük yapı taşlarıdır. Bu yapı taşlarında belki de nötron ve protonların da ayrılabilen daha küçük parçaları olabilir. Nitekim atomun bir elektronunu yerinden çıkarabilmek, hidrojen bombasında olduğu gibi hârika bir gücün ortaya çıkmasına; Hiroşima ve Nagazaki faciasına yol açabiliyor. İnsan, değil basit bir element, bütün bu basit elementleri bünyesinde taşıyan ve bunları hücresine kadar ihtiva eden; bu elementleri yerine ve zamanına göre hücre seviyesinde, belki de atom seviyesinde biyolojik, biyokimya ve biyofizik kanunları çerçevesinde bulunduran bir muammâdır. Bunun basit bir misâli şöyledir:

    Tıp âlimleri, vücutta tansiyonun yükselmesini şöyle araştırdılar. Milyonlarca kılcal damarlardan yaratılmış olan insanın bu kılcal damarlarının içini endotel denen kübik veya yassı epitelden yapılan bir tabaka ile bunu çepeçevre saran bir düz adale tabakası çevirir. Bu cidarın, herhangi bir sebeple damar açıklığını (lümenini) daraltması; etraf dolaşım sisteminin direncinin artmasına sebep olur. Buna “periferik rezistansın artışı” denir ki, hipertansiyonun esas sebebi budur. Bu kılcal damarlar (arteriyoller) ın düz adalelerinin kasılmasını arttıran kanda dolaşan bâzı maddeler vardır. Bu biyokimyâsal maddeler deneysel olarak tansiyon husule getirir. Periferik rezistansın artması böbrek kan akımının azalmasına, bu da, böbrekteki hücrelerden (Renin denen bir hümoral maddenin salgılanmasına yol açar. Renin karaciğer tarafından yapılan alfa-2 globulin üzerine tesir ederek biyokimyâsal bir madde ve bir dekapeptit olan angiotensin I’i husûle getirir. Karaciğer denen hârika biyokimyâ laboratuarında yapılan bir değiştirici enzim olan “angiotensin I’i, oktapeptid olan angiotensin II’ ye çevirir. Angiotensin II, damar cidarını daraltıcıdır ve böbrek üstü bezi kabuğundan (kan yoluyla oraya gidip) aldosteron denen organik bir maddeyi serbest hale geçirir. Aldosteron, sodyum elementinin iyon hali olan (Na+) un birikimine yol açar ve sodyum damar cidârındaki düz adale hücrelerinin içine girerek, arteryollerin, damarı büzen maddelere karşı cevap verme gücünü arttırır. Böbrek kan akımının fazlalaşması veya kan basıncının yükselmesi, böbrekteki juxtaglomerular aparat hizasında basıncı artırır ve serbest hâle geçen renin miktarını azaltır. Sodyum kaybı hacim azalmasına veya artmasına hassas olan reseptör dediğimiz alıcı hücre kümelerini, onlar da böbrek üstü bezini uyararak aldosteron ifrâzını artırır ve vücutta sodyum tutulmasını sağlar. Tabiî ki, bütün bunların üst düzey düzenleyicisi hipofiz bezi, onun üst merkezi hipotalamus, onun da bir üst seviyesi beyin kabuğu altındaki merkezlerdir. Bu misâl insan bünyesinde, çoğunun açıklamasından insanın âciz kaldığı binlerce ve belki milyonlarca hâdiseden yalnız bir tânesi olup, sâniyeden çok kısa bir zamanda cereyan eder.

    Psikolojide insan: Psikolojide insan, değişik şartlarda farklı davranışlar gösteren bir canlıdır. Hayvanlarınkine benzeyen iç güdüleri vardır. Varlığında id, ego, süperego diye adlandırılan kuvvetler taşımaktadır. Şuuru ve şuur altı dünyâsı vardır. Psikoloji insanı, bütün bunların çeşitli derecelerdeki müdâhaleleri ile çeşitli davranışlar gösteren bir canlı olarak tarif etmekte, davranış bozukluklarını düzeltmeye çalışmaktadır. Ancak psikoloji de, insanın kendi sahasına giren hususiyetlerini ve bütün olarak insanı anlatabilmiş ve tarif edebilmiş değildir. Bilhassa bu sahada ilim adamları ve insanlık, insanın mânevî tarafını mutlak doğru bilgilerle açıklayan İslâmiyetin bildirdiklerine muhtaçtır.

    Antropolojide insan: İnsanın fizikî ve kültürel mazisini araştıran antropoloji, eski zamanlarda yaşamış insan fosilleri üstünde çalışarak insan ırklarının tasnifini, ırkların özelliklerini, insan genetiğini, mukayeseli insan fizyolojisini ve insan topluluklarının kültürlerinin zaman içindeki seyrini incelemektedir. Dünyânın çeşitli bölgelerinde bulunan eski zamanlara âit insan fosilleri, iskelet, kafatası ve diğer kemikleri antropologlar tarafından değerlendirilerek, insanın en eski atası ve insanlığın yeryüzündeki târihi tespit edilmeye çalışılmaktadır. Antropoloji ilminin bu iki temel konuda verdiği bilgiler hem çok az, hem de kesin değildir. Antropologların eski insanlara âit olduğuna kanâat edilen çeşitli kalıntılar üzerinde yaptıkları incelemeler, insanın her devirde hayvanlardan apayrı bir tür olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak evrim faraziyesini ideolojik düşüncelerine temel yapmak isteyenler tarafından en çok istismar edilen bu ilim dalının tesbitleri, sık sık tahrifâta uğratılarak, insanın hayvandan geldiğine delil yapılmak istenmekte ve zaman zaman sahtekârlıklara dahi başvurulmaktadır. (Bkz. Darwinizm)

    Antropoloji, insanlık târihi hakkında da henüz faraziyeler ve tahminlerden öte bir şey söyleyememektedir. Değişik isimler altında guruplandırılan fosillere bakılarak öne sürülen târihler, elli bin yıl ile milyonlarca yıl arasında değişmekte, fakat hiçbirinin ilmen kabul edilen bir delili bulunmamaktadır. İnsan konusunda antropoloji ilminin söyledikleri henüz son derece az ve noksandır.

    İnsan nedir? İnsanın kendi varlığı üstünde düşünmesi çok eskilere uzanır. Yeryüzünde doğumdan ölüme uzanan ömür çizgisi üzerinde diğer canlıların hepsinden üstün birçok özelliklerle mücehhez ve tanıdığı her şeyi kendi arzu ve istifadesine göre kullanarak bir ömür süren insanın kendi varlığının mâhiyeti, sınırları ve maksadını araştırması ilk çağlarda felsefenin belli başlı konularından olmuştur. Eski Yunan filozoflarının bu konudaki sözlerinin birbirlerini tekzip etmelerinin (yalanlamalarının) yanısıra vardıkları hüküm ve yaptıkları açıklamaların da ilmî bakımdan mitolojik (efsânevî) hikâyelerden fazla bir farkı olmamıştır. Eski Yunan-Roma’da hâkim olan putperest inanç sistemi, insanlara da ulûhiyyet (tanrılık) vasıflarının verilmesine sebep olarak, yaratıcı(Hâlık) ile yaratılmışı (mahlukları) birbirine karıştırmıştır. Bu durum; bedenî güç, ilim, güzellik, siyasî otorite, kahramanlık gibi bazı üstünlüklere sahip olan insanlarda yarı tanrılık, tanrılarla akrabalık vehmedilmesi neticesini getirmiş ve insanın ne olduğu konusu anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

    Eski Hind, Mısır ve Mezopotamya kavimlerinde de aynı halin benzerleri yaşanmıştır. Ya krallar, büyücüler, rahipler tanrı, diğer insanlar onun kulu tanınmış veya bunlar kendilerini tanrının oğlu, kızı, yakını tanıtarak insanları keyfî idâreleri altında inletmişlerdir. Bütün bunlar, insana ne olduğunu bütünüyle anlatacak izahlardan çok uzaklarda kalacak, tarihteki çeşitli cemiyet düzenlerine misâller teşkil etmekten öteye geçememişlerdir. Diğer taraftan fen bilgilerinin insan vücudu hakkındaki buluşları ilerledikçe ilk çağların mitolojik ve felsefî açıklamaları tamamen yıkılmış, unutulmaya yüz tutmuştur.

    Ancak insandaki kendi varlığını tanıma ve kâinattaki yerini tesbit etme arzusu hiçbir zaman yok olmamıştır. Nitekim batı dünyasındaki filozoflar, son asırlara gelinceye kadar devamlı olarak bu konuyla da meşgul olmuşlardır. Çeşitli felsefe mekteplerine mensup olanlar kâh insandaki fevkalâde üstünlüklere bakarak onu “hep” (herşey) olarak görmüşler, kâh ihtiyaç ve âcizlikler içinde kıvrandığına bakarak “insan bir hiçtir” demişlerdir. Diğer felsefik görüşler de, ya bu iki sınır arasında uçların herhangi birine yakın düşünceler öne sürmüş veya insanın ya tamamen maddî tarafını ele alarak materyalist, yahut da yalnız ruhî tarafını öne sürerek ruhçu teoriler içinde boğulup kalmışlardır.

    İnsandaki beyin, kalp gibi organlarla, sinir, iskelet, kas, sindirim vs. sistemleri üstüne her geçen gün gelişen fen bilgilerini materyalistlerin istismar ederek insanı yalnız bir madde yığını olarak anlatmakta ısrar etmeleri ve onları reddedenlerin insandaki ruhî olaylar ile akıl, zeka, hedef seçme, beğenme, arzu etme, hatta ağlama-gülme gibi çeşitli tezâhürleri ele alarak cesede âit hususiyetleri inkâra kadar varan aşırılıklara düşmeleri, insanı batıda iyice anlaşılmaz bir hâle sokmuştur. Öne sürülen görüşler içinde insanı “mütekâmil bir hayvan” olarak değerlendirenler dahi ortaya çıkmıştır. Materyalist felsefe mensuplarınca her türlü vasıtaya başvurularak propagandası yapılan bu görüş çeşitli biyolog, antropolog, anatomicilerin isimleri ve çalışmaları da istismar edilerek yayılmaya çalışılmışsa da îtibâr görmemiş ve yanlışlığı ilmen ispat edilegelmiştir. Bu arada kazılardan çıkarılan insan kafalarına çeşitli hayvanlara âit çene kemikleri veya dişlerin ustalıkla monte edilerek özel kimyevî usullerle muamele yapılıp sanki binlerce yıl öncesinden kalmış gibi gösterilip bununla insanın hayvandan geldiği faraziyesinin ispata kalkışılması, evrim teorilerini ve bunları savunanları gülünç hale düşürmüş, hiçbir ciddiyetleri kalmamıştır. (Bkz. Darwinizm)

    Batıda son bir iki asırda kurulan ve gelişen psikoloji ve sosyoloji ilimleriyle birlikte sosyologların ve psikologların yaptıkları insan târifleri de insanın yalnız bir cephesini ifade etmektedir. Meselâ; “İnsan, âlet yapan ve kullanan varlıktır.”, “İnsan düşünen hayvandır.”, “İnsan akıllı bir hayvandır.” gibi. Meşhur sosyologlardan Auguste Compte insanlığı “tapılacak ulu varlık” diyerek tanrılaştırmış, görüşlerini pozitivizm adı altında müdâfaa etmiştir. Bir başka sosyolog E. Durkheim de, “tanrı insanlığın kollektif ruhudur” diyerek insanı tanrılaştırmak istemiştir. Bu iki sosyoloğun insan ve insanlık anlayışlarının Yahûdî inancı (cabalisme) ile büyük benzerlikleri bulunduğu görülmüştür. İnsanı bir bütün olarak anlatan bir târif veya görüş, batı dünyâsında günümüzde de mevcut değildir. Alexis Carrel’in Nobel mükâfâtı kazanmasına sebeb olan Man the Unknown (İnsan Denen Meçhûl) adlı meşhur eseri de, olanca kalınlığına ve bilgi yüküne rağmen dönüp dolaşıp başlangıç noktasına gelmekte ve “insanın meçhul olduğu”nda karar kılmaktadır.

    Fen ilimleri, insan vücûdundaki sistemlerden kromozomların, genlerin yapısındaki inceliklere kadar ulaşan gayretine rağmen “İnsan nedir?” sorusunun muhâtabı olmaktan kaçınmaktadır. Esâsen artık günümüzde bu sorunun tam cevâbını bu ilimlerden ve fen bilginlerinden bekleyenlerin sayısı da yok denecek kadar azalmıştır. Son asırda bilhassa materyalist felsefe mensuplarınca fen ilimlerinin omuzlarına yüklenmek istenen bu fevkalâde ağır ve konusu dışındaki suâl, bu ilimler tarafından silkelenip atılmıştır. Çünkü insanın yalnız cesetten ibâret bir varlık olmadığı, ayrıca bir de ruhunun bulunduğu, her insanın her an yaşadığı ve idrak ettiği ispata ihtiyacı olmayan bedihi (açık) bir hakikattir. Böylece fen ilimleri kendi konularına göre insan vücudunun fizikî, kimyevî, biyolojik, anatomik vb. yapısını inceleyip var olanı tesbit etmek, anlamaya ve anlatmaya çalışmakla iktifa etmekte, aslî vazifeleriyle meşgul olmaktadır.